İnceleme-Araştırma

AZ BİLİNEN BİR EDEBİ SANAT: MÜŞÂKELE

Müşâkele, çok anlamlılık özelliği olan fiil (eylem) türünde bir sözcüğün gerçek, mecaz veya yan anlamlarının bir arada kullanılmasıyla yapılan bir edebi sanattır.

Sözlük anlamı, “aynı şekilde olma”, şekilce benzeme olan müşâkele, çok anlamlılık özelliği olan fiil (eylem) türünde bir sözcüğün gerçek, mecaz veya yan anlamlarının bir arada kullanılmasıyla yapılan bir edebi sanattır. Müşâkelede fiil türünde bir kelime mutlaka tekrar edilir. Tekrar edilen kelime birinci defa gerçek anlamıyla kullanılmışsa ikincisinde mecazi anlam ifade etmelidir. Birincisinde mecaz ise ikincisinde gerçek anlamda olmalıdır. Mesela, “Kendi bâzan gelir ammâ sözü gelmezkaleme” dizesinde gelmek fiiliyle müşâkele yapılmıştır. Aşağıdaki dizelerde de güzel bir müşâkele örneği vardır:
Kulağında karanfil/ Teninde tarçın/ Gözlerinde göç var/ Döner bir gün Anka/ Kilidinde döneranahtar/ Murathan Mungan
Müşâkele bir tür cinas sayılsa da cinastan farklıdır. Müşâkele aynı fiilin iki değişik anlamda kullanılmasıyla yapılır. Cinas ise yazılış ve okunuşları aynı, anlamları farklı sözcüklerle yapılır, Cinasta mecaz yoktur.
Yahya Kemal’in bildiğimiz şu dizelerinde tekrarlanan “geç” sözcükleri sesteştir, tür ve anlam bakımından farklı oldukları için yapılan sanat cinastır:
Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç/ Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç
Aşağıdaki örnekte ise “geç sözcüğünün ikisi de aynı fiildir. Önce mecaz sonra gerçek anlamıyla kullanıldığı için bu dizelerde yapılan sanat cinas değil müşâkeledir.
Deniz ve vapurlar ay ve ağaçlar ne de kedi/ Ne de elin ayakların duydukların gerçek yerlerinden değil/ Şimdi geç bunları geç parkları geç/ Hepimizin yırtılır gibi olan ağzına bak/ Cahit Zarifoğlu
Müşâkele, istihdâm ve tevriye gibi sözcüklerin çok anlamlılığıyla yapılan söz sanatlarına da benzer. Ancak istihdâm (mugaleta-yı maneviye) tek bir sözcüğün gerçek ve mecaz anlamının cümleye uygun düşürülmesidir. Müşâkelede iki farklı anlamda kullanılan ve tekrar edilen bir fiil (eylem) vardır. Tevriyede ise yazılış ve okunuşları aynı, anlamları farklı bir sözcüğün yakın anlamı söylenir uzak anlamı kastedilir. Tevriyede de mecaz yoktur. Birbirine çok benzeyen bu üç sanat arasındaki farkı örneklerle açıklamaya çalışalım. Önce bir türküden güzel bir müşâkele, sonra bir istihdam, daha sonra da bir tevriye örneği verelim:
Güzeller bezenmiş toya giderler/ Sizlere emanet yar oynamasın/ Demire’m oynamasın oynasın hanım/
Kara kaş altında balam göz oynamasın/ Dudağın altında balam dil oynamasın
Ve ellerim batık bir suda akar gözlerim her şeye bakar / Bahar bir gelsin yeter artık eksikse de bırak elleme / Turgut Uyar
Turgut Uyar, “elleme” sözcüğünün “el sürme” ve “ilgilenme” anlamlarının her ikisini de cümleye uygun düşürerek istihdam sanatı yapar.
Her an o güzel sineyi hançerliyor eller;/ İmdâdına koşmazsak eğer mahvı mukarrer. / Tevfik Fikret
Bu örnekte “eller”, sesteş bir sözcüktür; “organ” ve “yabancılar” anlamlarını karşılayacak biçimde kullanılmış ve tevriye yapılmıştır. “Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül “dizesinde de benzer bir tevriye vardır.
Müşâkele, çok anlamlı kelimelerin, özellikle fiillerin art arda iki anlamı ile kullanılması; karşılıklı konuşan iki kişiden birinin söylediği bir sözü diğerinin başka bir düşünceye cevap olacak şekilde tekrarlaması veya birinin söylediği bir sözü diğerinin başka anlamda tekrarlaması yoluyla da yapılır:
Getirin ibreyi “der, bulmanın imkânı mı var? / “İbre yok bey baba, bilmem ne getirsek?” derler/ O da “Öyleyse şehâdet getirin” der bu sefer / M. Akif Ersoy
Müşâkele, bilhassa konuşmalarda, bir tarafın söylediği bir kelimeyi, diğer tarafın, önceki anlama az çok aykırı bir anlamla kullanılması ile yapılan bir sanattır:
Yahya Kemal bir yokuşu çıkarken nefes nefese kalır. Yokuşun sonundaki bakkalın önündeki sandalyeye oturur. Bakkal koşarak gelir ve sorar: -Buyurun beyim ne alırsınız?Yahya Kemal tebessümle: -Evlat, müsaade edersen bir nefes alacağım.
Yahya Kemal, aynı zamanda soruyu anlamazlıktan gelerek tecahül-i arif yapıyor.
Müşâkelenin amacı, söze incelik ve nükte katmak, ifade edilmek istenen anlama dikkat çekmektir:
Zâhidâ sâgarı çekmek eğer olduysa günâh/ Sen sevâb içre bulun biz bu günâhı çekelim / Hayâli
(Ey zahid, kadehteki şarabı çekmek günahtır diyorsun. Sen sevap işlemeye devam et biz bu günahın cezasını çekmeye razıyız.)
Şair çekmek fiilini önce şarap içmek sonra cezasına razı olmak anlamına gelecek biçimde kullanarak müşâkele yapmış. Üstelik en sondaki “çekmek “fiili bu her iki anlamı da düşündürecek biçimde kullanılarak ayrıca istihdam (mugalatayı maneviye) örneği verilmiş.
Müşâkelede önemli olan tekrarlanan fiilin aynı fiil olması ve farklı anlamlar içermesidir. Kip ve kişi eklerindeki değişiklikler müşâkele sanatı için engel teşkil etmez:
Vaiz çıkarsa kürsiye her cum’a gam degül./ Amma kolay ki lutf ide bayrama çıkmayaBaki
Birinci dizedeki “çıkmak” kelimesi gerçek anlamında kullanılırken ikincisinde mecaz anlamında kullanılmıştır.
Şeyh Galip’in meşhur gazelinde redif olarak kullandığı “düştü” kelimeleri müşâkele sanatı için güzel bir örnektir:
Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâre düştü/ Dayanır mı şîşedir bu reh-i seng-sâre düştü
(Yine gönül kayığım kırılıp su kenarına düştü. Bu gönül nazik bir şişedendir, taşlık yola düştü, dayanması ne mümkün.)
O zamân ki bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm/ Bize hisse-i mahabbet dil-i pâre pâre düştü
(Can meclisinde arzu kumaşları bölüşüldüğü zaman, bize muhabbet payı olarak pare pâre olmuş bu gönül düştü.)
Gehî zîr-i serde desti geh ayağı koltuğunda/ Düşe kalka haste-i gam der-i lutf-ı yâre düştü
(Gam hastası kâh eli başının altında, kâh ayağı (kadehi) koltuğunda, düşe kalka sevgilinin kapısına düştü.)
Erişip bahâra bülbül yenilendi sohbet-i gül/ Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâre düştü
Şeyh Gâlip
(Bülbül bahara erişti ve gül sohbeti yenilendi lakin bizim kararsız gönlümüze yine ayrılığa tahammül nöbeti düştü.)
Divan şiirinden birkaç müşâkele örneği daha verelim:
Zebân kesilsekesilmez lisân-ı aşk u mahabbet/ Cihân tükense tükenmez beyân-ı aşk u mahabbet/ Nev’î
(Dil kesilse, kesilmez aşk ve sevginin dili, Dünya tükense, aşk ve sevginin sözü tükenmez.)
Kadeh kırarsa da erbâb-ı dil gönül kırmaz/ Dokunma hâtıra âdâb-ı işret öyle değil
(Kadeh kırsa da gönül erleri, gönül kırmaz, Dokunma gönle, şarap içmenin töresi öyle değildir.)
Bâkî yine mey içmeğe and içti demişler/ Dîvâne midir bâde dururken içe andı/ Bâkî
Esdi nesîm-i nev-bahâr açıldı güller subh-dem/ Açsın bizim de gönlümüz sâkî meded sun câm-ı Cem/ Nefî
Zevkdür ayaguña yüz sürmek/ Devletüñde sürelüm zevkı senüñ / Emrî
Âhenden olsa da feleğin çek kemânını/ Çekme felekte süflilerin imtinânını/ Koca Râgıb Paşa
(Demirden olsa da feleğin çek yayını, Çekme felekte alçakların başa kakmalarını.)
Ey meh leyâl-i vesvese-hîz-i firâkda / Sen gelmeyince hâtıra bilsen neler gelir / Nâbî.
Müşâkele, fiillerle yapılır ve Türkçede başka dillerden alınmış fiil yoktur. Kök haldeki fiillerimizin tamamı Türkçedir. Yani Divan şiirindeki müşâkele örneği içeren beyitler kısmen daha anlaşılır bir dille kaleme alınmıştır:
Bahar boldı vü gül meyli kılmadı gönlüm/ Açıldı gonce velîkin açılmadı gönlüm / Ali Şîr Nevâî
Görüldüğü gibi Divan şiirinden verdiğimiz müşâkele örneklerinde pek bir çeşitlilik yoktur. Örneklerimiz çoğunlukla açmak, içmek, çekmek, gelmek, düşmek gibi birkaç fiille karşımıza çıkmaktadır. Halbuki fiillerimizin çok anlamlılığından yararlanılarak değişik örnekler üretilebilirdi. Halk şiirimizden de müşâkele örnekleri bulmak mümkündür:
Getir sâkî mey-i engûru el tutmaz, ayak tutmaz/ Anı men’ eylemişse zâhid, aşk ehli yasak tutmaz/ Dertli
Dağlar çiçek açar Veysel dert açar/ Derdine düştüğüm yar benden kaçar/ Aşık Veysel
Edebi sanatları konu alan hemen hemen tüm kitaplarda müşâkele sanatı ele alınır. Konu anlatımı teorik bilgiler olduğu için doğal olarak tüm kitaplar benzer tanımları tekrar ederler. Ancak bu kitaplardaki örnekler bir çeşitlilik göstermez. Müşâkele sanatına verilen şu örneği de Recaizade Mahmut Ekrem’den bu yana yazılmış tüm bu kitaplarda görürüz:
-Beni bir kere okşasan ne çıkar
-Sen çıkarsın, demek ki fitne çıkar.
Abbdülhak Hamit’in Finten piyesinde yer alan bu diyalog, müşâkele sanatının en yaygın örneğidir.
Namık Kemal’in şu dizelerinde de bir müşâkele yapılmış:
Memleket bitti,yine bitmedi hâlâ sen, ben. / Bize bu hâl ile bizden büyük olmaz düşmen./ Namık Kemal
Türkçenin anlam zenginliğinden söz ettiğimizde verdiğimiz örnekler çok büyük oranda fillerimizle ilgilidir. Bir Türkçe sözlük incelediğimizde pek çok fiilimizin cümle içindeki değişik kullanımlarıyla bazen on beş, yirmi değişik anlama gelecek biçimde kullanılabildiğini görürüz. Türkçe, gücünü fiillerinden alır. “Yeni Türk Şiirinde Edebi Sanatlar” kitabımızdan seçtiğimiz şu birkaç örnek bize gösteriyor ki Cumhuriyet dönemi şairlerimiz Türkçenin kendilerine sunduğu bu anlam zenginliğini çok daha başarılı bir şekilde değerlendirmişler ve müşâkele sanatının özgün örneklerini vermişlerdir.
Bir soğan soyulurkenyaşarıyor da gözler, / Vatandaş soyulurken aldırmıyor öküzler! / Namdar Rahmi Karatay
Güller dedim o bahçede mutlak siyah açar/ Donmuş kalan dudakları yalnız bir ah açar / Yahya Kemal
Oturup dil dökecek yerde gidip dökmeli ter,/ Bin çalış gayen için, bir kazan ömründe yeter!/ Mehmet Akif
Sanıldığının aksine müşâkele sanatı Divan şiirine özgü değildir. Bu sanatın modern şiirimizde çok daha başarılı örnekleri vardır:
benden öteye bakıyordu benden çoktan geçmiş bakışları/ bir tek yağmurun sesiyle tanıdık/ bir şeyler geçiyordu yüzünden bir ölünün anısı/ kadar belirsiz bir aydınlık/ Murathan Mungan
Ne doğan güne hükmüm geçer,/ Ne halden anlayan bulunur;/ Ah aklımdan ölümüm geçer; / Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nûr…/ Cahit Sıtkı
zaman çekilensuları bilir/ zamanı geldiğinde/ kalmak için çekilmek gerekir/ Murathan Mungan
Yüreğimde aşkın ve yarası…/ Yüreğim çarpardı/ Ben çarpardım yüreğimi/ Çıkmaz ve ara sokaklara/ Refik Durbaş
Lalelim Laleli’de oturur/ Laleli’den geçilir, / Lalelimden geçilmez./ O. Murat Arıburnu
Çiçekler güneşe dönüyor dönüyor/ Dünya durmadan dönüyordönüyor/ İçmişim başım dönüyor dönüyor/ Ayrılanlar hep dönüyor dönüyor/ Yalnız dönmeyen bana sensin/ Bekliyorum hep sen neredesin / Fecri Ebcioğlu
Tut ki bir yalnızım ben/ tut da kurtulayım bu soğuk bahçeden/ Ebubekir Eroğlu
savaş çıktı/ kız koynumdan çıkmadı/ beni mahmur bırakmaktan bir gün olsun bıkmadıİsmet Özel
Ne olur git deme kalbimi kır da/ Meleyen gönlümü kaptırma kurda/ Sıratı geçecek imanım var da/ Aşkından geçmeyegözüm kesmiyor/ Cemal Sâfi (Gönül, kuzuya benzetilmiş: İstiare)
Kucakta çıkmıştın yola bir seher, / Sılaya bir akşam yaya dönmüşsün…/ Gelişmiş görünce seni bu sefer/ Dedim ki: Bir içim suya dönmüşsün!/ Bana varmak için verdiğin sözden / Ben de anlamadım, niye dönmüşsün?Faruk Nafiz
kalbimiz yorulmuştu saadet beklemekten / ya sabır diyerek neler çektik/ neler çektiksevgilim sinemize/ Attila İlhan
Bir gün dönsem sözümden, düşerim dost gözünden/ Dünya dönüyor dostlar, ben dönmüşüm çok mu? / Barış Manço
Siz hiç hamama gittiniz mi? / Ben gittim lambanın biri söndü / Gözümün biri söndü kör oldum/ Cemal Süreya
Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür. / Bil ki akrep yelkovanı geçerse,/ Atan bu yüreğim durur./ Bırak bozuk kalsın, hiç değilse;/ Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.Turgut Uyar
(“Durur” sözcüğünün iki farklı anlama gelecek biçimde tekrarlanması müşâkeledir. Sondaki “durur” sözcüğü de kendi içinde ikili bir anlam içerir. Bu da bir istihdamdır.)
Sevda ne yana düşerusta/ Hicran ne yana/ Yalnızlık hep bana/ Bana mı düşer usta?/ Refik Durbaş
sen bana bakma / ben senin baktığın yönde olurum / Özdemir Asaf
Pâyın sadâsı gelse de sen hîç gelmesen, / Men dinlesem kıyâmete dek vuslat istemem,Bulsam izinle semtini ol semte ermesem,Aşsam zamânı hasretin encâmı gelmeden./ Râbia Hâtun
(Bu şiirde “gelmek” fiili önce işitmek, sonra ayrıldığı yere geri dönmek, en sonda da erişmek anlamlarına gelecek biçimde kullanılmış.)
(Kaynaklar: Recai Kapusuzoğlu, Yeni Türk Şiirinde Edebi Sanatlar, Ötüken Neşriyat, 2022)
Recai Kapusuzoğlu, AYT Edebiyat (Yayımlanmadı)
RECAİ KAPUSUZOĞLU
Yazdır

Yazar hakkında

Recai Kapusuzoğlu

1959’da Yozgat’ta doğdum. 1981’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdim. Aynı yıl öğretmenliğe başladım. Yurdun değişik illerinde altı yıl edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra 1987’de açılan bir sınavı kazanarak Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Daire başkanlığında eski yazı-arşiv uzmanı olarak çalışmaya başladım.
1990’da kendi isteğimle bu kurumdan istifa ederek asıl mesleğime, öğretmenliğe, dönüş yaptım.1990’da Türkçe-edebiyat öğretmeni olarak dershaneciliğe başladım ve aralıksız olarak bu güne kadar sürdürdüm. On beş yıl kadar özel bir dershanenin kurucu müdürlüğünü yaptım.
2006’da Milli Eğitim Bakanlığı’nca açılan Kariyer Basamaklarında Yükselme Sınavında başarılı olarak ve yapılan diğer değerlendirmeler sonunda ”Uzman Öğretmen” unvanını kullanmaya hak kazandım. 2007’de milli eğitimden emekli oldum.
2002’de Yozgat Fen Edebiyat Fakültesi’nde ücretli olarak Türk Dili dersi verdim.
1980’li yıllarda Pınar ve Gerçek dergilerinde yazılarım yayınlandı.
1995’te ÖSS Türkçe-Edebiyat(Konu Anlatımlı) kitabım Anadolu Dershaneler Birliği tarafından basıldı ve iki yıl tüm üye dershanelerde ders kitabı olarak okutuldu.
YGS-LYS Türkçe-Edebiyat Konu Anlatımlı ve YGS-LYS Türkçe-Edebiyat Soru Bankası başlıklı kitaplarım, Hedef Yayınları arasında çıktı.
Halen Yozgat Özel Başarı Temel Lisesinin ve KPSS kursunun kurucu müdürlüğünü yapıyorum.
1985’te deneme amacıyla girdiğim ÖSS’de Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Halen 3. Sınıf öğrencisiyim.

Yorum yap